31 Ağustos 2009 Pazartesi

600 AĞAÇLI HURMA BAHÇESİ




600 AĞAÇLI HURMA BAHÇESİ

Ebu Talha'nın 600 ağaçlı hurma bahçesini, kendi rızası ile fukaraya verdiren duygu, iman şuurundan başka ne olabilir?" Mescid-i Nebevide Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Nebiler Şahı Efendimiz ise, Al-i İmrân Sûresinden şu mealdeki âyet-i kerimeyi okuyordu: "Muhtaçlara, fakirlere yardım ederken malınızın, iyisini vermedikçe kâmil imâna kavuşamazsınız. İmânda en yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en hoşunuza gidenini bağışlayınız."


Âyet-i kerîmeyi büyük bir hassasiyetle dinleyenlerin içinde Ebu Talha da bulunuyordu. Ebu Talha'nın Mescid-i Saadet'e yakın bir yerde, içinde 600 hurma ağacı bulunan pek kıymetli bir hurma bahçesi vardı. Sık sık dâvet ettiği Resûlullah'a burada ikramda bulunurdu.Bu Sahabe derin bir vecd içinde âyet-i kerimeyi dinledikten sonra ayağa kalkarak şöyle dedi.

Yâ Rasûlallah, benim servetim içinde en kıymetli ve bana en sevgili olan, işte şu şehrin içindeki sizin de bildiğiniz bahçemdir. Bu andan itibaren Allah rızası için onu Allah'ın Rasûlüne bırakıyorum. İstediğiniz gibi tasarruf eder, dilediğiniz fakire verebilirsiniz.


Bu sözleri söyledikten sonra Ebu Talha, sevinçli ve neş'eli bir hal ile kararını tatbik için Mescid-i Şerifden çıkarak bahçeye gitti. Bir hurma ağacının gölgesinde oturan hanımı ile bahçeye girmeyip duvarın dışında bekleyen Ebu Talha arasında şu ibretli konuşma oldu:


Hanımı: -Yâ Eba Talha, duvarın dışında ne bekliyorsun? İçeri girsen ya!"


Ebu Talha: "-Ben içeri giremem, sen eşyanı toplayıp da dışarı çıksan ya!"


Hanımı: "-Neden yâ Eba Talha, bu bahçe bizim değil mi?"


Ebu Talha: "-Hayır, artık bu bahçe Medine fukarasınındır.” diyerek âyet-i kerîmeyi ve verdiği kararını anlattı. Hanımının "İkimiz namına mı, yoksa şahsın için mi bağışladın?" diye bir sualine "İkimiz namına" diye cevap veren, Ebu Talha, bu sefer hanımından şu sözleri işitti:


"-Allah senden razı olsun Eba Talha. Etrafımızdaki fakirleri gördükçe aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesaret edemezdim; Allah hayrımızı kabul buyursun, işte ben de geliyorum!"



Ebu Talha'ya 600 ağaçlı hurma bahçesini, kendi rızası ile fukaraya verdiren nedir?


-O'nu böyle fedakârlığa sevk eden bu tesir edici sebebin memleket sathında bütün insanlarda kökleşip kuvvetlenmesi halinde nasıl bir netice doğar? Değil âhiretimiz, dünyamızın dahi intizama girmesi için bu müessire şiddetle muhtaç değil miyiz? Ebu Talha'ya bu fedakârlığı yaptıran müeyyidenin aleyhinde bulunmak, bu îmân kuvvetinin bütün insanlarda yerleşmesine mani olmayı düşünmek, fukaraya yapılan yardımın aleyhinde bulunmak kadar vicdansızca ve ahmakça bir düşünce olmaz mı?"

30 Ağustos 2009 Pazar

ABİD İLE ŞEYTAN




ABİD İLE ŞEYTAN



İsrailoğullarından bir Abid(İbadet eden), yıllarca ibadet etmişti. Bir gün bir heyet geldi? Kendisine:


Şurada birtakım kimseler var. Allah?ı bırakıp ağaca tapıyorlar dedi...


Abid bu habere kızdı? Baltasını sırtladı. O tapılan ağacı kesmek için yola koyuldu. Yolda bir ihtiyar şeklinde onu şeytan karşıladı ve aralarında şöyle bir konuşma geçti..


Sözü şeytan açtı:

-Nereye böyle? ..

Şurada bir ağaç var. Onu kesmeye gidiyorum.


Senin o ağaçla ne ilgin var? Nefsinle uğraşmayı, ibadetini bıraktın; kalkıp başka şeylerle meşgul oluyorsun. Buda benim için bir ibadet sayılır.

Bende elimden geleni yapacağım ve o ağacı sana kestirmeyeceğim. Bundan sonra kavgaya başladılar. Abid şeytanı tutu ve yere vurdu. Göğsüne oturdu? Şeytan yalvarmaya başladı:


- Beni bırak, sana bir iki kelam etmek isterim?


Abid kalktı ve şeytan konuşmaya başladı.


-Allah-ü Tela sana böyle bir vazife vermedi. Sana farz kılmadı.. Sen o ağaca etmiyorsun ya.. Ona bak.. Sen kendini düşün. Başkası seni alakadar etmez. Allah-ü Telanın yeryüzünde Peygamberleri var. İsteseydi; onlardan birini gönderir ve ağacı kesme emrini de verirdi.


Abid şeytanın bu sözüne kanmadı. Tekrar kapıştılar. Şeytanı tekrar yere vurdu? Üstüne de oturdu. Şeytan çaresiz kalınca şöyle dedi:


Aramızı bulan bir iş var. İstersen diyeyim. Bu yapacağım işten daha hayırlıdır ve faydalı.


Abid o şeyin ne olduğunu sorunca:


-Beni serbest bırak, söyleyeyim. Dedi?. Abid bıraktı. Şeytanın tekrar dili çözüldü:


-Sen fakir bir kimsesin? Elinde dünyalık namına bir şeyin yok. İnsanlara yüksün? Onlardan sana yardım ediyor. Halbuki sen bundan hoşlanmıyorsun? Arkadaşlarına iyilik yapmayı istiyor, komşularına yardımda bulunmayı arzuluyorsun.. Kendi varlığınla doymak, insanlara muhtaç olmamak istiyorsun değil mi?


Abid, bu sözleri doğrulayınca şeytan devam etti.


-O halde yapmak istediğin bu işten dön? Sana söz?her gece sen uyurken baş ucuna iki altın koyacağım? Sabah olunca, onları alacaksın..

Kendin ve çocukların ihtiyacı için sarf edecek, arkadaşlarına da dağıtacaksın? Gidip o ağacı kesmektense bu faydalı? Hem senin, hem de i Müslümanlar için daha yararlı.. O ağaç yerinde durmuyor.. Kesilmesi, onlara bir zarar vermeyeceği gibi faydası da olmaz.


-Abid bu sözleri düşündü. Kendi kendine bu ihtiyar doğru söylüyor, dedi. Sonra içinden şu konuşma geçti:


-Ben Peygamber değilim ki, dolayısı ile onu kesmek bana düşmez. Allah-ü Tela bana; o ağacı kes, emrini vermedi ki?. Kesmeyince asi olayım.. Bunun dediği daha faydalı..


Anlaştılar? Şeytan dediğini yapacağına yemin etti? Abid ibadet yerine döndü. Akşam yattı? Sabah kalkınca, baş ucunda iki altını buldu; aldı?

İkinci gün yine böyle oldu; sevindi. Fakat, ertesi gün bulamadı; kızdı? Baltasını omuzladı; ağacı kesmek için yola koyuldu..


Bu defa şeytan; yine bir ihtiyar şeklinde karşısına çıkan şeytana saldırdı? Fakat bu defa gücü şeytan açtı:


-Nereye yine böyle? ..

Abid, hiç anlaşmayı hatırlamadan cevap verdi:


-Şu ağacı kesmeye gidiyorum.

Yanıldım? Artık kesmeye gücün yetmez? Artık yolun oraya çıkmaz.

Abid, önce olduğu gibi, o ihtiyar şeklinde karşısına çıkan şeytana saldırdı? Fakat bu defa gücü yetmedi. Şeytan mukabele etti ve:


-O geçti!..


Dedi.. Tuttu; Abid?i yere vurdu.. Abid şeytanın elinden bir serçe kuşu kadar hafifti..

Abid?i yere serdikten sonra, göğsüne oturdu ve şöyle dedi:



Bu ağacı kesme işinden mutlaka vazgeçeceksin!.. Aksi halde seni öldüreceğim.



Abid; perişan haline baktı. Şeytana karşı koymak gücünü kendinde bulamadı? Çaresiz bir halde konuştu:



-Sana mağlup oldum; serbest bırak... Hüküm senin; yalnız, önce seni nasıl yendim? Şimdi nasıl mağlup oldum? Öğrenmek istiyorum.. Şu işin sırrını anlatırmısın? ..



Şeytan cevap verdi:



Öbür sefer bu ağaca tapanlara karşı duyduğun öfke Allah içindi.. Niyetin ise ahirete aitti? Dünyalık yoktu? Bu yüzden Allah beni sana musahhar kıldı.. Şimdi iş değişti. Kendin için öfkelendin? Dünya için gazaba geliyorsun.. Bu yüzden seni alt ettim.



İmam-ı Gazalinin (El- Mürşid?ül ?Emin) kitabında bu konu ile güzel bir hikaye anlatılır.

27 Ağustos 2009 Perşembe

ABİD İLE ÇOBAN KADIN




ABİD İLE ÇOBAN KADIN



“Abidlerden biri uzun bir süre ibadet yapmıştı.Rüyasında çobanlık yapan bir kadının kendisiyle beraber Cennete girdiğini gördü. Uyandıktan sonraonu arayıp buldu;ne amel yaptığını öğrenmek için yanında üç gün misafir olarak kalmak istedi.Abid, tüm geceyi namaz kılarak geçiriyordu, kadın ise uyuyordu, O gündüzü oruçlu geçiriyordu,kadın ise oruç tutmuyordu. En sonunda: “Senin yaptığın başka amelin var mı?” diye sordu.

Kadın:“Allah’a yemin olsun ki gördüğün farz ve nafilelerden başka bir amelim yok.” dedi. Adam ısrarla“hatırlamaya çalış” diyordu. Nihayet kadın bir amelini hatırladı ve şöyle dedi:


“Bunun dışında yaptığım tek özelliğim var; o da şudur:


** Bir sıkıntıda olduğum zaman refahta olmayı temenni etmem. **


**Hastalandığım zaman, sıhhati arzulamam.**


**Güneşte olduğum zaman da gölgede olmayı istemem.**


” Abid elini başına koyarak: “Senin basit gördüğün özelliğin bu mu?


Allah’a yemin olsun ki bu söylediğin şey, abidlerin aciz kaldığı bir haslettir” dedi.



25 Ağustos 2009 Salı

Halifeyi Ağlatan Çocuk




Halifeyi Ağlatan Çocuk

Sıcak bir yaz günüydü.

Arabistan çöllerine güneş bütün sıcaklığıyla vuruyordu.

Adeta insanın beynini kaynatıyordu.

Herkesin köşesine çekildiği, etrafın sessizliğe büründüğü bir anda, ezan vaktinin yaklaştığını gören halife,

Abdestini almış,ağır ağır camiye gidiyordu.

Bir çocuğun, kendisini geçmek istercesine hızlı adımlarla gittiğini gördü.

Küçücük çocuğun bu telaşı neydi?

Acele edişinin mutlaka bir sebebi vardı.

Acaba bir derdi mi vardı? Derdi varsa, derdine çare bulmak halifenin göreviydi.

Nihayet halkın derdini dert eden halife sordu:

- "Yavrucuğum nedir bu telâşın? Bir derdin mi var?

Niçin bu kadar hızlı gidiyorsun?"

Çocuk halifeyi tanıyamamıştı.

- "Camiye gidiyorum amcacığım" diye cevap verdi.

Halife şaşırdı. Çocuk henüz küçüktü. Ama sözleri büyük adam sözleriydi. Biraz daha konuşturmaya karar verdi:

- "Yavrucuğum senin yaşın daha küçük! namaz sana farz değildir. Niçin bu kadar telaşlanıyorsun ?"

Çocuk kınar gibi halifeye baktı:

- "Amca, amca! Bu işin büyüğü küçüğü olur mu?

Daha dün mahallemizde bir çocuk öldü. Üstelik benden de küçüktü. Ölüm denen gerçeğin büyük küçük ayırdığı yok. En iyisi her yaşta buna hazır olmalı.

Hem bu yaşta namaza alışmazsam, büyüyünce kılmak zor gelebilir."

Halifeyi derin bir düşünce aldı.

Gözlerinden yaşlar boşalırken ağzından şu cümleler döküldü:

"Ey rabbim! Ne akıllı bir çocuktur bu çocuk! Büyüklerde bulunması gereken ruhu taşıyor.!

Dün geçti bugünde bitti yarın mechul öyleyse ömür dediğin bir gündür

O günde bu gündür haydi kardeşler,,,,,


SONSUZLUĞA UZANAN GERÇEĞİN PEŞİNDEN ELİNİ UZATIP BİR ADIM ATMA ZAMANI GELMEDİMİ,,,,,

Selam ve dua ile