28 Kasım 2014 Cuma

Hz.MUS'AB BİN UMEYR(r.a)







Hz.MUS'AB BİN UMEYR(r.a)


İslâmda ilk öğretmen.


Mus'ab bin Umeyr, hem annesi hem de babası tarafından Kureyş'in asîl ve zengin bir âilesine mensub idi. Zengin oldukları için gâyet râhat bir hayat sürüyordu. Orta boylu, güzel yüzlü, nâzik ve yumuşak huylu, son derece zekî idi. Güzel konuşurdu.


Akl-ı selîm sâhibi olduğundan, putların bir fayda veya zarar veremiyeceğini bilir onlara tapılmasından nefret ederdi. Annesi tarafından en iyi şartlar altında refah ve bolluk içinde yetiştirilmişti.


Güzel yüzlü ve zengin olduğundan Mekke halkı ona gıpta ile bakardı. Peygamber efendimiz bunun için "Mekke'de Mus'ab'dan daha zarîf, daha nârin, daha güzel kimse yok idi. Saçları kıvrım kıvrım idi." buyurmuşlardı.


Dîninden dönmedi


Bütün bu rahatlıklara rağmen kalbinde büyük bir boşluk hissediyordu Mus'ab bin Umeyr. Bu maksatla sevgili Peygamberimizin bir merkez olarak seçtiği, İslâmı anlattığı ve o zaman Mekke'de müslümanların toplandığı Erkam bin Ebi'l-Erkam'ın evine gitti. Resulullahı görür görmez Müslüman oldu.


İslâmiyeti kabûl ettiği an hayatı da birdenbire değişti. Eski servet ve zenginliğin yerini fakirlik aldı.


Âilesinin sevgili oğullarına yapmadığı eziyet kalmadı. Onu dîninden döndürmek için evlerindeki bir mahzene hapsederek günlerce aç ve susuz bıraktılar. Arabistan'ın yakıcı güneşi altında ağır ve tahammülü zor işkenceler yaptılar.


Fakat Mus'ab bin Umeyr, bu ağır ve acımasız işkenceler karşısında sabır ve sebât göstererek aslâ İslâmiyetten dönmedi. Her seferinde bütün gücüyle haykırıyordu: 


- Allahtan başka tapılacak, ibâdet edilecek ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun peygamberidir.


İslâmiyet'i kabûl ettikten sonra Mekke'de sıkıntı ve işkencelere mâruz kalan Mus'ab bin Umeyr, Resûlullahın izniyle iki defa Habeşistan'a hicret etti. Bir müddet orada kalıp, her türlü sıkıntıya katlandı.


Daha sonra dönüp, Peygamberimizin yanına geldi. Onun bu gelişini Hazret-i Ali şöyle anlatmıştır:


Resûlullah ile oturuyorduk. Bu sırada Mus'ab bin Umeyr geldi. Üzerinde yamalı bir elbiseden başka giyeceği yoktu. Resûlullah onun bu hâlini görünce, mübârek gözleri yaşla doldu ve:


- Kalbini Allahü teâlânın nûrlandırdığı şu kimseye bakın! Anne ve babası onu en iyi yiyecek ve içeceklerle besliyorlardı. Allah için bunların hepsini terk etti. Allah ve Resûlünün sevgisi, onu gördüğünüz hâle getirmiştir, buyurdu.


İlk öğretmen


Birinci Akabe bî'atında Müslüman olan Medîneliler, Resûlullah efendimize: 


"Yâ Resûlallah! İçimizde, İslâmiyet açıklandı ve yayılmaya başladı. Halkı Allahın Kitâbına da'vet edecek, Kur'ân-ı kerîmi okuyacak, İslâm dînini anlatacak, İslâmın sünnet ve emirlerini aramızda ikâme edecek, yerleştirecek, namazlarımızda bize imâmlık yapacak bir kimse gönder" diye mektup yazdılar.


Bunun üzerine Resûlullah efendimiz Mus'ab bin Umeyr'i, Medine'ye gönderdi ve ona: 
"Medînelilere Kur'ân-ı kerîm okumasını, İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğretmesini, namazlarını kıldırmasını" emretti.


Mus'ab bin Umeyr kısa zamanda Medîne'ye vardı. Orada kendisini büyük sevinçle karşıladılar. Es'ad bin Zürâre'nin evine yerleşti. Ev sâhibi Medîneli ilk Müslümanlardan idi. Orada insanlara dinlerini öğretmeye başladı.


Mus'ab bin Umeyr'in büyük gayretleri ve hizmetleri netîcesinde İslâmiyet, Medîne'de sür'atle yayıldı. Öyle ki, İslâmiyet her eve girmiş, îmân etmeyen kalmamıştı.


Mus'ab bin Umeyr, Medîne'de Es'ad bin Zürâre'nin evinde Kur'ân-ı kerîm öğretiyor ve İslâmiyet'i anlatıyordu. Onun bu hizmetiyle Medîne'de çok kimse Müslüman oldu. Medîne'de bulunan kabîle reîslerinden Sa'd bin Muâz, Üseyd bin Hudayr henüz Müslüman olmamışlardı. Bunların durumu çevreyi etkiliyor, İslâmiyet'in hızla yayılmasını engelliyordu.


Bir gün Mus'ab bin Umeyr, bir bahçede, etrâfında bulunan Müslümanlara dîni anlatıyor, sohbet ediyordu. Bu sırada Evs kabîlesinin reîslerinden olan Üseyd, elinde mızrağı olduğu hâlde hiddetli bir şekilde gelip, şöyle konuşmaya başladı:


Sözümüzü dinle

Siz bize niçin geldiniz, insanları aldatıyorsunuz? Hayâtınızdan olmak istemiyorsanız buradan derhâl ayrılın!


Onun bu taşkın hâlini gören Mus'ab bin Umeyr; 
- Hele biraz otur! Sözümüzü dinle. Maksadımızı anla, beğenirsen kabûl edersin. Yoksa engel olursun, diyerek gâyet yumuşak ve nâzik bir şekilde karşılık verdi.


Üseyd sâkinleşip; 
- Doğru söyledin, dedi ve mızrağını yere saplayarak oturdu.
Mus'ab bin Umeyr ona İslâmiyet'i anlattı ve Kur'ân-ı kerîm okudu. Kur'ân-ı kerîmin eşsiz belâgatı ve tatlı üslûbunu işiten Üseyd kendini tutamayıp; 


- Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir sözdür. Bu dîne girmek için ne yapmalı, diye sordu.
Güzel yüzlü, tatlı dilli öğretmen cevap verdi: 
- Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah demek kâfidir.


Mus'ab bin Umeyr'in, bu sözü üzerine Kelime-i şehâdeti söyleyip Müslüman olan Üseyd, sevincinden yerinde duramadı ve: 
- Ben gidip arkadaşlarıma da anlatayım, diyerek ayrıldı.


Evs kabîlesinin reîsi Sa'd bin Muâz'ın ve kabîlesinin yanına varınca, Müslüman olduğunu söyledi.


Bunu gören Sa'd şaşırarak hiddetlendi ve Mus'ab bin Umeyr'in yanına koştu. Yanına varınca sert ve kızgın bir tavırla konuşmaya başladı.


Mus'ab bir Umeyr, ona da gâyet yumuşak konuştu ve oturup biraz dinlemesini söyledi. Sa'd, bu nâzik konuşma karşısında yumuşayıp oturdu ve konuşulanları dinlemeye başladı.


Mus'ab bin Umeyr, ona da İslâmiyet'i anlattı ve Kur'ân-ı kerîmden bir miktâr okudu. Kur'ân-ı kerîm okunurken Sa'd'ın yüzü birden bire değişiverdi. O da orada Müslüman oldu. Kendinde duyduğu üstün bir hâlin ve râhatlığın şevkiyle derhâl kavminin yanına gidip onlara şöyle dedi: 
- Ey kavmim beni nasıl biliyorsunuz?


İlk cuma namazı


Sen bizim büyüğümüz ve üstünümüzsün. 
- Öyle ise Allah'a ve Resûlüne îmân etmelisiniz... Îmân etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana harâm olsun.


Bunun üzerine kavmi hep birden İslâmiyeti kabûl etti. O gün kabîlesinden îmân etmedik kimse kalmadı.


Ensâr-ı kirâm , Resûlullahdan izin alarak Sa'd bin Heyseme'nin evinde ilk defâ Cum'a namazını edâ ettiler. Medîne-i münevverede ilk kılınan Cum'a namazı bu oldu.


Mus'ab bin Umeyr, Müslüman olan Medîneli müslümanlar ile ikinci Akabe bîatında bulundu. Bedr savaşında sancaktâr olup, büyük gayret ve kahramanlık gösterdi. Süveyd bin Harmale ile birlikte Abdüddâroğullarından Bedir savaşına katılan iki kişiden biri idi. Mus'ab, Uhud savaşına da katıldı. Yine sancağı o taşıyordu.


Bu savaşta Peygamberimizin yanından ayrılmayarak saldıranlara karşı koyuyordu. İki zırh giyinmişti. Bu hâliyle Peygamberimize benziyordu.


Peygamberimize benziyordu


Müşrik ordusundan İbn-i Kâmia adında biri Peygamberimize saldırırken, Mus'ab bin Umeyr onun karşısına çıktı. Bu müşrik, bir kılıç darbesiyle Mus'ab bin Umeyr'in sağ kolunu kesti. Mus'ab bunun üzerine sancağı derhâl sol eline aldı.


Mus'ab o esnâda; "Muhammed (aleyhisselâm) ancak resûldür. Ondan evvel daha nice peygamberler gelip geçmiştir" meâlindeki Al-i İmrân sûresinin 144. âyet-i kerîmesini okuyordu. İkinci bir darbe ile sol kolu da kesilince, sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırdı ve yine aynı âyet-i kerîmeyi okudu. Bu hâliyle kendini Peygamberimize siper yapan Mus'ab bin Umeyr'in üzerine hücum eden İbn-i Kâmia, vücûduna bir mızrak sapladı ve Mus'ab bin Umeyr yere yıkılıp şehit oldu.


Mus'ab bin Umeyr zırh giydiği zaman, Peygamberimize benzediği için müşrikler onu şehit edince Peygamberimizi öldürdüklerini zannetmişlerdi.


Hazret-i Mus'ab şehit olunca; onun sûretinde bir melek, sancağı aldı. Mus'ab'ın şehit düştüğünden Resûlullahın henüz haberi olmamıştı. "İleri ey Mus'ab ileri!" diye sesleniyordu. Bunun üzerine bayrağı elinde tutan melek, geri dönüp Resûlullah efendimize; "Ben Mus'ab değilim" diye cevap verince, Resûlullah sancağı elinde tutanın melek olduğunu anladı. Bundan sonra Peygamberimiz sancağı Hazret-i Ali'ye verdi.


Resûlullah efendimiz, Mus'ab bin Umeyr'i şehit olmuş görünce, başı ucuna dikilerek Ahzâb sûresinden:
"Mü'minlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösterdiler. Onlardan bâzıları şehit oluncaya kadar çarpışacağına dâir yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehit olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü aslâ değiştirmediler" meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve sonra şöyle buyurdu: 


- Allah'ın Resûlü de şâhittir ki, siz kıyâmet günü Allah'ın huzûrunda şehit olarak haşrolunacaksınız.


Selâm vereceklerdir

Daha sonra yanındakilere dönüp; 
- Bunları ziyâret ediniz. Kendilerine selâm veriniz. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, kim bunlara bu dünyâda selâm verirse, kıyâmette bu aziz şehitler kendilerine mukâbil selâm vereceklerdir, buyurdu.


Daha sonra Mus'ab bin Umeyr'e kefen olarak bir şey bulunamamıştı. Mekke'nin en zengin iki ailesinden birinin çocuğu olan Mus'ab bin Umeyr'in örtünecek kefeni yoktu. Vücûdu hırka ile ve ayak tarafı da otlarla örtülmek sûretiyle defnedildi.


Habbâb bin Eret der ki: 

Mus'ab bin Umeyr, Uhud'da şehid edilince, kendisini saracak kısa bir hırkadan başka bir şey bulunamadı. Hırkayı baş tarafına çektik, ayakları açıldı. Ayaklarına çektik, baş tarafı açıldı.


Resûlullah bize: 

- Onu baş tarafına çekiniz! Ayaklarını otlarla kapatınız! buyurdu.

26 Kasım 2014 Çarşamba

KARUN'UN SARAYI VE HAZİNELERİYLE BİRLİKTE YERE BATMASI



KARUN'UN SARAYI VE HAZİNELERİYLE BİRLİKTE YERE BATMASI



Kur'an'da Kârûn'dan Kasas, Mü’min ve Ankebût Sûrelerinde bahsedilir. İsrailoğulları'ndan olduğu ve çok zengin olduğu söylenir. 


Kur'an'da serveti "Biz ona, anahtarlarını (bile taşımanın) güçlü bir topluluğa ağır geleceği hazineler verdik." şeklinde tanımlanır. Serveti ile böbürlenir ve "Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir," der. Mûsâ'nın mucizelerine inanmaz,onu yalancılıkla ve sihirbazlıkla suçlar. Bunun sonucunda Allah tarafından -Firavun ve Hâmân gibi- helak edilir.


Hz. Musa Aleyhisselâmın, hem amca oğlu, hem de eniştesi olan Kâarun, önceleri Musa Aleyhisselâma iman ediyordu. Gündüzleri oruç tutar ve geceleri de namaz ile meşgul olurdu. Ve lâkin çok fakir ve ehl-i iyaline bakmakta zorluk çekerdi. Hak Celle ve Âlâ Hazretleri Musa Aleyhisselâma Tevrat'ı şerifi altun ile yazmasını emir buyurunca, Hz. Musa:
 - Ya Rabbî, halimi biliyorsun, ben fakirim diye tazarrû etti.


Bunun üzerine Cenabı Hak Hz. Musa'ya simya ilmini öğretir ve Hz. Musa da o emri yerine getirir. Daha sonra Hz. Musa Aleyhisselâm Kâarun'un fakirliğini ve ehl-i iyalinin çekmekte olduğu sıkıntıyı düşünerek, hem bedenî hem de mâlî ibadetini yerine getirip ecir sahibi olmasını düşünerek O'na da simya ilmini öğretir.


Kâarun ilm-i simyayı öğrenir öğrenmez, kâr-ı ibadet bu imiş diyerek nihayetsiz mal sahibi oldu. Bir rivayette, hazinelerinin anahtarlarını 70 ve diğer bir rivayette 100 deve götürürdü. Mücahid (R.A. da derki, her bir anahtar ile 70 hazine kapısı açılırdı.


Kâarun her hangi bir yere gidecek olsa, altun elbiseli ve altun lalıçlı 1000 erkek ve 1000 kadın dört bir tarafında giderlerdi. Velhasıl Benî İsrail iki kısmı olup, bir kısmı Musa Aleyhisselâmın, bir kısmı da Kâarun'un taraftarı idiler.


Bu hal içerisinde Kâarun, nafile ibadetleri bırakmış ve farzları da acele kılmaya başlamıştı.


Nihayet Kâarun'un zekat vermesi hakkında vahy-i ilâhî gelir ve Hz. Musa Aleyhisselâm bunu Kâarun'a tebliğ eder. Kâarun malının zekâtını hesab edince, bakar ki çok büyük bir yekûn tutuyor. Kalbi dünya sevgisine meyleder ve muhabetullah gider. Bir türlü o zekâtı veremez.


Hz. Musa Aleyhisselâm, O'na giderek, emr-i ilâhîye itaat etmesini, dünya sevgisini Hz. Allah'ın muhabbetine tercih etmemesine dâir pek çok nasihat eder. Fakat Kâarun bunlara hiç kulak vermez. Hatta Hz. Musa Aleyhisselâma buğzederek, haşa iftira etmeyi tasarlar. Ve:


 - Ya Musa, Mısır ehlini toplayalım ve o cemaat içinde seninle bahis edelim. Eğer açık delil ile bana gâlib olursan, malımın zekâtını veririm. Ve eğer ben sana gâlib olursam, sen de bundan sonra peygamberlik davasından vazgeçip bir köşeye çekilirsin, der.


Kâarun hemen güzel bir fahişe kadını kandırarak, Hz. Musa ile mübahese edeceğimiz mecliste bulunup, cemaat içinde «Ya Musa, benimle filan vadide zina etmedin mi? Hatta üzerimdeki çocuk da senindir.» dersen, sana o kadar çok mal veririm ki, ölünceye kadar sana ve evladına yeter, diyerek kadını kandırır ve razı eder.


Ertesi günü Mısır ahalisi, Kâarun'un geniş olan evinde toplanırlar. Hz. Musa Aleyhisselâm da gelir. Cemaat Hz. Musa Aleyhisselâmdan biraz vaaz etmelerini arzu ederler. O da bir kürsü üzerine çıkarak vaaz etmeye başlar. Vaazının bir yerinde Şöyle buyurur:


 - Bir kimse hırsızlık yaparsa elini keserim. Bir kimse eşkıyalık yapsa, başını keserim ve bir kimse evli olup zina etse taşlayıp helâk ederim.


Hemen dinsiz Kâarun ayağa kalkar ve «Ya Musa, sen de zina etsen ne yaparsın?» deyince, Hz. Musa Aleyhisselâm da «Eğer ben de (haşa) zina etsem, Cenabı Hak'kın emri bana bile böyledir.» der.


Bu arada, akılsız Kâarun o fahişeye işaret edip «Ya Musa senin zina ettiğine dâir, benim şahidim vardır. Zira şu kadın bana söyledi ki, sen bununla filan vadide zina etmişsin. Hatta karnındaki çocuk da senden imiş, diyerek, Hz. Musa'yı halk arasında mahcub etmek düşüncesi ile, o fahişeyi ayağa kaldırır. Ve ey kadın söyle ki bütün insanlar duysun,» der.


O kadın da söz verdiği gibi yalan ve iftiraya başlayacağı sırada, Cenabı Hak, O'nun lisanını döndürüp, iftira edeceği yerde şöyle anlatır:


 - Ey Benî İsrail! Doğrusu Hz. Musa'nın bu işten haberi yoktur. Kâarun'un söylediği yalan ve iftiradır. Zira Kâarun, beni çağırıp bir Çok mal vadederek, bu yolda Hz. Musa'ya iftira etmemi tembih etti. Halbuki Hz. Musa, Kalîmullah'tır. Öyle bir zata böyle bir adiliği isnad etmeye Allah'tan korkarım.


Bunun üzerine Hz. Musa Aleyhisselâm gayretüllah ile gadablanıp:


 - Ey Allah düşmanı: Bu iftiradan muradın nedir? Beni mahcub edip, Cenabı Hak'kın emri olan zekâtı vermemek midir? der ve kendi hanelerine döner. Secdeye varır ve münacât ederek «Ey bütün gizliliklere ve sırlara vakıf olan Rabbim! Kâarun'un iftirasını sen bilirsin, gayret senindir, der ve O'nun aleyhine dua eder. O anda Hz. Cibril gelerek:


 - Ya Musa! Hz. Allah, Kâarun'un helaki için yeri emrine âmâde kıldı, diye haber verir.


Hz. Musa Aleyhisselâm kalkar ve doğruca Kâarun'un yanına gider. Kâarun melun, yüksek bir sedir üzerinde gurur ile oturmaktadır. Hz. Musa Aleyhisselâm asasını yere vurur ve «Yut» diye yere işaret eder. O anda yer Kâarun'un sedirini yutar ve melun üzerinden sıçrar. Tekrar «Ya yer yut» diye emredince, Kâarun'un dizlerine kadar yutar. Kâarun «Aman ya Musa!» diye yalvarmaya başlar. Fakat Hz. Musa asla iltifat etmez. Tekrar «Ya yer yut!» deyince, yer Kâarun'u ve kendisine tâbi olanları, bütün mal ve evladı ile beraber hepsini yutuverir.


Başka bir rivayette de, Hz. Musa'ya o iftirayı edip 4 bin adamı ile beraber sahraya çıkmıştı. Hz. Musa Aleyhisselâm, melunu yakalaması için yere emretmesiyle yer bir anda hepsini yutar. Hz. Musa Kâarun'un yalvarışlarına asla iltifat etmez.


Allahu Teâlâ Hazretleri «Ya Musa! Kâarun ve adamları senden dört defa yardım istediler. Kabul ve afvetmedin. Eğer ben azîmüşşana bir kerre, aman ya Rabbi, demiş olsalardı, hepsini afvederdim» buyurur.


Bunun üzerine Benî İsrail arasında, haşa Hz. Musa, Kâarun'un malına ve hazinelerine tama ederek O'nu yere geçirdi diye bir takım lakırdılar ettikleri için, Hz. Musa Aleyhisselâm yere tekrar «Yut» diye emredince, bu defa yer bütün mal ve hazinelerini de yutar.


Ehl-i işaret, Kâarun'un helakine sebeb üç şeydir, demişler. Birisi, dünya sevgisi. İkincisi, emr-i lâhîye muhalefetle zekâtı vermemesidir. Üçüncüsü de Hz. Musa Aleyhisselâma iftira etmiş olmasıdır.


Bir adama dünya teveccüh etse, fakir ve zayıflara ihsan etmekle malı eksilmez. Belki kat kat artar. Bir kimseden dünya yüz çevirse, o kimse dünyaya ne kadar hırsla sarılsa, yine de iki yakasını bir yere getiremez ve belki perişan olur.


Bu bakımdan kişi, az çok ne ise Cenabı Hak'kın ihsan ettiğine razı olup şükretmesi lâzımdır


Kaynak:  İbrahim Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi 


http://www.biriz.biz/hikaye/dh103.htm

http://biriz.biz/hikaye/index.htm

24 Kasım 2014 Pazartesi

"Ya Ömer istemezmisin dünya onların,ahiret bizim olsun."

"Ya Ömer istemezmisin dünya onların,ahiret bizim olsun."

Hz.Ömer ve efendimizi hasırın üzerinde uyurken gördü ve ağladı.

Peygamber efendimiz(s.a.v) sordu. "Neden ağlıyorsun?" 

Hz.Ömer: 
"Nice insanlar yumuşak döşeklerde,zenginlik içinde. Sizki Allah (cc) en sevgili kulu hasırın üzerinde uyursunuz." 

Peygamber efendimiz(s.a.v) derki: "Ya Ömer istemezmisin dünya onların,ahiret bizim olsun."


19 Kasım 2014 Çarşamba

"ELBİSENİN HESABINI VER YA ÖMER!"



"ELBİSENİN HESABINI VER YA ÖMER!"


Hz. Ömer (r.a.) bir gün hutbe esnasında, “Ey insanlar, dinleyin ve itaat edin!” dedi. 


Bunun üzerine bir sahabi hemen yerinden fırlayarak:“Ne dinler, ne de itaat ederiz!” dedi.


Yaklaşık 4 milyon km2’lik İslam Devletinin yöneticisi olan Halife ona neden böyle cevap verdiğini sorunca o zat Hz. Ömer’in üzerindeki yeni elbiseye işaret ederek: 


“Yâ Ömer! Giymiş olduğun bu elbisenin hesabını vermedikçe seni dinlemeyecek ve sana itaat etmeyeceğiz!” dedi ve devam etti: 

“Beytülmâlden sana da, banada aynı kumaş düşmüştü. Ben kendi hakkıma düşen miktardan bir elbise yaptıramadım. Ama görüyorum ki sen kendine bir elbise yaptırmışsın. Bu nasıl oldu?”


Adalet timsali Hz. Ömer hiç bir söz söylemeden eliyle oğlu
Abdullah’a işaret ederek: “Kalk oğlum, bu elbisenin hikayesini
anlat!” dedi. Bunun üzerine Abdullah ayağa kalkarak şöyle dedi:

“Bana da, babama da birer parça kumaş düşmüştü. Ben hakkımı ona verdim. Şu anda üzerinde gördüğünüz elbise ikimizin hakkından meydana gelmiş bir elbisedir.”


Bu cevapla rahatlayan sahabi,“Konuş ey Allah’ın Peygamberinin Halifesi,şimdi seni hem dinler, hem de itaat ederiz.” dedi.

HZ.EBU ZERR EL GİFARİ VE HZ.MUAVİYE'NİN YEŞİL SARAYI.




HZ.EBU ZERR EL GİFARİ VE HZ.MUAVİYE'NİN YEŞİL SARAYI.


Hz.Ebu Zerr el Gifari’nin doğum tarihi bilinmemektedir.652 yılında, Medine çölü yakınlarındaki El-Rabaza kentinde ölmüştür.Hz.Ebu Zer’in Adıyaman’da makamı vardır. Cesareti, dürüstlüğü ile bilinir ve peygamberimizin(s.a.v) de övgüsünü kazanmıştır. 


Hz.Muaviye kendisine Şam’da görkemli Yeşil Saray inşa eder. 


Hz.Ebu Zer bir gün bu saraya gider.


Hz.Muaviye,Hz.Ebu Zer’e sorar:'Sarayımı nasıl buldun?'


Hz.Ebu Zer:

"Ey Muaviye eğer bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan israftır,eğer halkın parasıyla yaptırdıysan ihanettir ve haramdır(Kul hakkına girer).Bunu ancak firavunlar yapar” der.




ROMA İMP.ELÇİSİ,HZ.ÖMER(r.a)'İN SARAYINI SORAR?



ROMA İMP.ELÇİSİ,HZ.ÖMER(r.a)'İN SARAYINI SORAR?


Roma İmparatoru,elçisini,İslam Halifesi Hz.Ömer'e gönderir.

Elçiyi Sahabeler karşılar.Elçi Halifenin Sarayını sorar.

Sahabeler der ki:" Bizim Halife'nin Sarayı yoktur.Kendi küçük evinde oturur."

Elçi şaşırır."Pers İmparatorluğunu dize getiren,Roma İmparatorluğuna kök söktüren koskoca Halifenizin nasıl olurda Sarayı olmaz?"der.



MESNEVİDE BU OLAY NASIL ANLATILIYOR?


Halifeler döneminde, dünyanın büyük bir bölümünü hâkimiyeti altında bulunduran Roma İmparatorluğu’ndan Medine şehrine bir elçi gönderildi. Günler süren yolculuktan sonra Medine’ye yorgun bir şekilde ulaşan elçi, halifenin sarayını sordu. Eşyasını indirip atını dinlendirmek istiyordu. Zafer üstüne zaferler kazanan, adaleti ile dillere destan olan bu büyük yöneticinin, görkemli bir sarayı olması gerektiğini düşünen elçi halka sarayın yerini sordu. Medine halkı elçiye, ”Halifenin dünyalık sarayı yoktur ama çok aydınlık bir gönül sarayı vardır. Her ne kadar adı halife ve emîr olarak dünyaya yayılmışsa da o garip bir derviş gibi küçük bir evde oturur” dediler. Daha önce hiç işitmediği sözleri duyan Romalı elçinin, Hz. Ömer’i görme merakı iyice arttı. Atını ve eşyasını bir kenara bırakıp, büyük insanı bir an önce görme sevdasına kapıldı. Onun yabancı olduğunu ve Hz. Ömer’i aradığını anlayan bir bedevî kadın eliyle bir hurma ağacını göstererek, ”İşte şu hurma ağacının altında yatan Hz. Ömer’dir” dedi. Elçi, gösterilen ağaca yaklaştığında heyecandan titremeye başladı. Orada uyuyan kişinin heybetinden etkilenmiş ve gönlü bir hoş olmuştu. Sevgi ve korku gibi birbirine zıt iki duygunun gönlünde belirdiğini hissetti. Şaşkın bir durumdaydı. Kendi kendine, ”Ben şimdiye kadar nice padişahlar gördüm, sultanların huzuruna çıktım, ama hiçbiri beni, bu ağacın altında yatan sıradan görünümlü adam kadar heyecanlandırmadı” dedi. Saygıyla yanına yaklaşarak elini bağlayıp beklemeye başladı. Bir müddet sonra Hz. Ömer uykudan uyandı ve ayağa kalktı. Elçi Hz. Ömer’e saygı gösterip, selâm verdi. Hz. Ömer (r.a) elçinin selâmını aldı. Korkudan yüreği çarpan elçiyi yanına çağırarak sakinleştirdi. Gönlünü alıp neşelendirdi. Karşılıklı konuşmaya başladılar. Hz. Ömer’in içten davranması sohbetlerini koyulaştırdı. Hz. Ömer, dışı yabancı gibi görünen o elçinin içini uyanık ve dost buldu. Onun ruhunun ilâhî sırları arzuladığını sezdi. Elçiye Allah’ın sıfatlarından bahsetti. Sohbet sırasında elçi: ”Ey müminlerin emîri! Ruh, yücelikler âleminden yeryüzüne nasıl indi? Sonsuzluklar âleminde özgür iken, ten kafesine neden girdi?” Hz. Ömer: ”Hak ruha efsunlar okudu, kıssalar söyledi, ruh da ilâhî emirle büyülendi. Bazı şeyler maddîleşince anlam kazanır. Örneğin, yağmur damlaları sedeflerin içinde inci olur. Kan damlaları ceylanın karnında misk kokusuna dönüşür. Ekmek sofrada cansızken, insan vücudunda neşeli bir ruh kesilir.” Elçi bu cevap karşısında zihnindeki bütün s ı k ı ntılardan kurtulduğunu, ruhunun hafiflediğini hissetti. Asıl olanın ne olduğunu keşfetti. Fakat böyle büyük bir kaynağı bulmuşken bırakmak istemedi. Faydalanmak için sormaya devam etti. ”Duru ve berrak bir su gibi olan ruhun, bulanık bir yer gibi olan cesette hapsedilmesinin hikmeti nedir?” Hz. Ömer: ”Ses ve sözle ilgisi olmayan mânayı neden kelimelerle ifade ediyorsak, neden yazıya döküyorsak, ruh da bu yüzden beden denilen kalıba sokulmuştur.” Sorduğu sorulara aldığı cevaplar, elçiyi mâna kadehinden içki içmiş gibi mest etti. Kendinden geçirdi. Getirdiği haberi de ne için geldiğini de unuttu.

Allah’ın büyüklüğüne, gücüne kuvvetine şaşırıp kaldı. Bu makama ulaşınca da elçiği bıraktı ve mâna âleminin padişahı oldu. Mevlânâ hazretleri, bu kıssada, yaratılışı, varlıkların yaratılışındaki hikmet ve kudreti, yaratılıştaki gelişmeyi, insanın nefsinden geçmemesinin demir zincirlerle bağlanmaktan farksız olduğunu, kendisine has üslûbuyla anlatıyor.

http://cocuk.islamidavet.com/hz-omer-ve-romali-elci.html

HZ.ÖMER VE DEVLETİN MUMU




HZ.ÖMER VE DEVLETİN MUMU


Hazreti Ömer (radıyallâhu anh) bir gece makamında iken sahabeden biri ziyaretine gelir. Selam verir. Hz. Ömer verilen selamı almaz. Sahabi efendimiz, müsait bir yere oturur.


Bu sırada Hz. Ömer işiyle meşguldür. Sahabi beklemeye başlar. Hz. Ömer ise bir müddet daha çalışmaya devam eder. Neden sonra iş biter. Hz. Ömer, mumu söndürüp başka bir mum yakar. O anda selamını alır. Konuşmaya başlar. 


Sahabi sorar: -Ya Ömer, niçin hemen selamımı almadın? Sonra niçin bir mumu söndürüp diğer mumu yaktın ve ondan sonra benle konuşmaya başladın?


 Hazreti Ömer (radıyallâhu anh):- Evvelki mum devletin hazinesinden alınmıştı. O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mesul olurdum. Seninle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım. Ondan sonra seninle meşgul olmaya başladım. 


Sahabinin gözleri yaşarır, ellerini kaldırarak şöyle dua eder:- 

"Ya Rabbi! Hattab oğlu Ömer'i bizim başımızdan eksik etme!"


HZ.ÖMER'İN ADALETİ