17 Aralık 2012 Pazartesi

Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var



Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var


Delinin biri camiye girer, belli ki namaz kılacak.


Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer,dolanır..

Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider..


Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar..

Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını.



Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan..

Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar..

Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile..

İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar..



İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:
“Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”


Bunu duyan meczub melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar

“Âdetiniz böyle değil mi?”

“Ne âdeti?!” der Hoca..

Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra..


Der ki meczub bu kez:

“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!


Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der..


“Evet” der meczub, “Hepinizin sırtı yüklü!”..


Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasına,bıyık altından gülüşmeler başlamıştır..



Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:
“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı..
Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!..”

Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;

“ Boş yok, boş yok hiç!..diye tekrarlar.


O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!


Aynen doğrudur dedikleri çünkü;

Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda,kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını,biri onaracağı kapıyı,diğeri lokantasında pişireceği yemeği..

Biri açtır aklında yiyeceği tavuk,birinin sırtında sevdiği kadın,diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.


“Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca..


O da der ki:

“Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!


Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda...


“Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var.”

Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbet..    


23 Kasım 2012 Cuma

5 Nisan 2012 Perşembe

ÇİNGENE ALİ





ÇİNGENE ALİ






Bir Çingene Ali vardı, umutsuz bir biçimde padişahın kızı Selma'ya aşık olmuştu Öyla ya aşık olduğu padişahın kızı , kendisi ise bir Çingene Ali Olacak şey miydi?!! Ama aşık olmuştu bir kere Ali, aklı fikri padişahın kızı Selma...'da idi Kafasını bir oraya vuruyor olmuyor, bir bu yana vuruyor olmuyor Onu sevenlerden biri " Sen bir de Abdulkâdir Geylânî kuddise sırruhu'nun Halifesi olan Ali Heytî Hazretlerine git be Ali'm " dedi


Ali umutsuz, bîçare Ali Heyti Rahimehullah'a vardı, meramını anlattı


Ali Heytî Hazretleri:


-Ali, ben ne dersem yapmaya razı mısın padişahın kızına ulaşabilmek için dedi Çingene Ali gözlerini dört açarak: - Sen bana padişahın kızı Selma'yı getir; ne dilersen yaparım, uğruna herşeye hazırım dedi Ali Heyti Hazretleri Çingene Ali'ye:


-Ali ben ne dersem yapacaksan bu iş olur; ama çok önemli şart ne dersem yapacaksın, hem de itirazsız, dedi Ali'nin ise canına minnet, derhal kabul etti bu şartı Ali Heyti hazretleri, Çingene Ali'yi bir dağın tepesindeki mağaraya götürdü Issız bir yerdi orası ve ona:



-Şimdi burada şu kayanın üstüne otur ve kim gelirse gelsin, ne olursa olsun kesinlikle umursamadan sadece "Allah" kelimesini söyle, dedi Ali şaşkın:



-Allah demekle padişahın kızının ne alakası var dedi Ali Heyti Hazretleri kızgın: -Ali soru yok!! sen dediğimi yap kız sana gelecek inşaAllah dedi Çingene Ali söylenene uydu: "Allah Allah Allah" demeye başladı Haftada bir Ali Heyti hazretleri geliyor ve ona yemek getiriyordu Çingene Ali, Ali Heyti hazretlerini her gördüğünde:



- Hani, nerede? Padişahın kızı ne oldu, niye gelmedi?!! diye soruyor; her defasında "Sabret, soru sorma sadece Allah de" cevabını alıyordu Ali aşkının tılsımından bir denileni iki etmiyor, kıza kavuşma ümidiyle, güvendiği, sözüne inandığı Ali Heyti hazretleri ne derse onu yapıyor ve "Allah" diyordu Vakit geçti, Ali'nin namı şehre yayılmaya başladı, civardan geçen kervanların haber vermesiyle Çingene Ali, " Memleketin uzağından gelmiş, ıssız bir mağaraya sığınmış bir büyük Allah dostu, hiç durmadan Allah diyen bir veli " olarak şehirde anılmaya başlanıldı Öyle ki , onun hakkında, nice kerametler söylendi, nice kişiler onun tılsımlı nefesinin kudretinden bahsetmeye başladılar Bu arada Ali Heyti hazretleri yine adeti üzere Ali'nin yanına haftada bir uğruyor yemek getiriyordu Çingene Ali Onu her gördüğünde " Hani kız nerede, niye gelmedi hala?" diyordu Ali Heyti hazretleri ise " Az kaldı, bekle, Allah de" diyordu Bir gün geldi ki padişahın kızı hastalandı Memleketin bütün tabibleri çaresiz kaldılar, hastalık karşısında Dediler ki padişaha:



-Efendim memleketimizin büyüklerinden Allah dostu bir Ali Heyti Hazretleri var, bir de ona soralım; bu hastalık karşısında biz nâçar kaldık Padişah, Ali Heyti Hazretlerini davet etti huzuruna Meramını anlattı Ali Heyti Hazretleri:



-Padişahım, memleketimizde ün salan , bir dağın tepesindeki mağarada sürekli Allah diyen bir kulunuz var belki o bir şeyler yapabilir dedi Zaten padişah o söylenen kişinin namını çoktan duymuştu bile, derhal buyruk verdi dağa doğru gidilmesi ve o Hazretin! görüşünün alınması için Ali Heyti Hazretleri huzurdan ayrıldı ve Çingene Ali'nin yanına geldi Ona:



-Evladım padişah maiyetiyle senin yanına geliyor Sana ne teklif ederse etsin sakın kabul etme toprak, altın, makam hiçbirisine iltifat etme ancak kızını teklif ederse zevceliğe , senin işin tamamdır, kabul et dedi Çingene Ali heyecanlı, emelinin sarhoşluğunda daha bir şevkle "Allah" demeye başladı Tam kırk gün dolmuştu o paslı mağarada Allah demeye devam edeli, aklında padişahın kızından başka hiç bir şey yok ve Allah diyordu Ali Padişah maiyetiyle mağaraya geldi Gördüğü manzara: Bir derviş hararetle Allah Allah diyor, imrendi ona, ne hoş bir insan, dünya hiç umurunda değil, dedikleri kadar varmış, ah nice böyle bir insanla sürekli beraber olsaydım, diye düşündü içinden Çingene Ali'ye, Ali Heyti Hazretleri padişahın meramını aktardı, padişahın kızının rahatsızlığından, bütün halkın üzüntülü olduğundan ve şifanın belki onun duası vesilesi ile Allah'tan gelebileceğinden bahsetti Ali'ye Ali yüreği yanmış bir halde, sevdiğinin ızdırabını ciğerlerinde hissetmesine rağmen, Ali Heyti Hazretlerine verdiği sözü unutmadı ve sadece " Allah Allah " dedi Ali Heyti Hazretleri padişaha dönerek:



-Padişahım gördüğünüz gibi, sadece Allah diyor, Ona hediye verseniz iltifatını celbetmek için, bize yüzünü dönmesi için dedi Padişah Ali'ye mülk hediye etmek istedi "Memleketimin yarısı senin olsun ey Ulu Kişi! " Ali " Allah" dedi Padişah makam teklif etti " Benim veziri azam'ım olmaz mısınız ey Ulu Kişi! " Ali " Allah" dedi Padişah altın dedi " Ne kadar mal arzu ediyorsanız her istediğinizi önünüze yığalım ey Ulu Kişi! Ali " Allah" dedi.Padişaha yaklaşarak Ali Heyti Hazretleri:





-Padişahım bir de kerimenizin izdivacını teklif etseniz dedi Padişah düşündü: " bu erenden daha layık kim olabilirdi ki zaten kızı için, sürekli "Allah" diyen, dünyaya bel bağlamayan, altında devlette gözü olmayan bir Allah Dostu zaten halk ta onu çok seviyor!!"


- Kızımın, biricik kerimemin nikahını alır mısınız?!! dedi Ali şokta yanlış mı duymuştu ki; padişah ona, kızının, Selma'nın nikahını teklif ediyor ha Hem de kime? Çingene Ali'ye öyle mi? Neden neden? Nasıl bir hal bu aman ya Rabbî! Bir çingene Ali, emeli için kırk gün Allah dedi ve emeline kavuştu Ali düşündü, içlice düşündü, içine konuştu, içinde kavruldu:


- Ben ki bir kız için, aşkım için kırk gün sadece Allah Allah dedim; emelime kavuştum, padişahın kızına kavuştum Ya Rabbî!! Ya Sen'in için, Şanın için, Sen Sen olduğun için "Allah" deseydim Sen her bir emelden öte, en ötede en yakında hakiki hükümdar ve Sevgili'sin Ey şanı Yüce Çingene Ali'nin de, padişahın da Rabb'i Çingene Ali herkesin duyabileceği bir sesle "ALLAH" dedi ve oracıkta can verdi Rivayet edilir ki son nefesiyle kutuplar arasında yerini aldı Çingene Ali namlı, Ali rahimehullah hikayeyi bize bir sohbet ortamında bir büyük alim zat anlatmıştı Allah Teala'ya hakiki manada kul olana, bütün mahlukat esir olur! Hatib ve imam Kuşeyrî'nin tahric ettikleri İbni Abbas'tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: " Kim âşık olsa, iffetini korusa ve ( aşkını ) gizlese ve bundan dolayı ölse, şehid olduğu halde ölmüştür"

NASİPSE GELİR HİNTTEN YEMENDEN,NASİP DEĞİLSE NE GELİR ELDEN?






NASİPSE GELİR HİNTTEN YEMENDEN,NASİP DEĞİLSE NE GELİR ELDEN?



Bir köyde semercilik yapan bir semerci varmış.Kazandığı paraları bir semerin içine koyarmış.Bir gün unutarak para koyduğu semeri satmış.Alıcıda çok uzak bir şehirden gelmiş.Semerci bu duruma çok üzülmüş.Başlamış bu sözü "NASİPSE GELİR HİNTTEN YEMENDEN,NASİP DEĞİLSE NE GELİR ELDEN?" demeye.Bir yandan işini yaparken bir yandanda devamlı olarak bu sözü söylermiş.Dükkanına gelen kişiler neden bu sözü söylediğini sormuşlar.Semercide hiç bir cevap vermezmiş.Bu sözü söylemeye devam edermiş.



Aylar sonra, içi para dolu semeri sattığı kişi dükkanına gelmiş.Demişki: "Senin yaptığın semerler çok iyi o nedenle yine geldim.Bu eskimiş semerin yerine yenisini almaya geldim"


Semerci içinden Allah'a şükürler etmiş.Yine o sözü tekrar etmiş:"NASİPSE GELİR HİNTTEN YEMENDEN,NASİP DEĞİLSE NE GELİR ELDEN?"