23 Aralık 2013 Pazartesi

DELİNİN VELİYE ÖĞÜDÜ



DELİNİN VELİYE ÖĞÜDÜ


 
ALLAH dostlarından Beyazidi Bestami (k.s)bir gün talabeleriyle ders yapma gayesiyle kırlara doğru yola çıkar.


 Yolda giderken bir tabibe (doktor) rast gelir ve ne yaptığını sorar. 


 Tabib: “efendim şu gördüğünüz delilere ilaç hazırlamakla uğraşıyorum”


Bunun üzerine Beyazidi Bestami tabibe yaklaşarak: “Benimde bir hastalığım var.Banada bir ilaç hazırlaya bilirmisin” diye sorar.


 Tabib: “Efendim hastalığınız ne? Söylerseniz yardımcı olabilirim” der.


 Bunun üzerine o ALLAH dostu:“günah işlemek” der.


 Tabib effendi: “Ben bu hastalığın ilacını bilmiyorum.Siz daha bilgili birisine danışsanız” der.


 Bu sırada konuşmayı baştan sona kadar dinleyen parmaklık arkasındaki delilerden bir tanesi:
“Gel baba ben sana hastalığının tedavisini söyleyeyim” der. 


 Beyazidi Bestami(k.s) deliye dönerek söyle bakalım neymiş der 


Deli:“Tövbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır. Kalp havanında tevhid tokmağı ile döv.İnsaf eleğinde geçir. Göz yaşı ile yoğur.Aşk fırınında pişir. Akşam sabah bol miktarda ye der.”


Bunun üzerine Beyazidi Bestami(k.s) ağlamaklı bir halde “vay dünyanın haline vay senide deli diye buraya koyanlara” der ve oradan uzaklaşır.

DELİ OLMADAN VELİ OLUNMAZMIŞ!

 

DELİ OLMADAN VELİ OLUNMAZMIŞ!



Bir ara bir Allah dostunu ziyaret etmiştik. Çok tenha uzak ve zor bir yolla çıkılmakta idi;


Sorduk bir bilene;


- Neden yanı başında bir köy var iken biraz ötede bir il var iken buraya gelip bir çile hane de yaşamış ve buraya defnedilmiş.


Oda bu sorumuza bir hikaye ile cevap verdi.


- Beldenin birinde bir pınar,dere, su …. Vs. varmış kim buradan su içerse dengeleri bozulur delirirmiş bu nedenle kimse oradan su içmezmiş. Günlerden bir gün biri nefsine malup olup;


- Neden içmeyeceğim ki bir denesek ölürmüyüz!


Demiş ve içmiş.


İçmiş içmesine ama hareketleri ve yaşamı değişmiş, içen hayatından memnun içmeyene garip gelmiş. Sonrasın da da onu takiben 1 - 3 - 5 derken köy halkının biri hariç herkes içmiş, herkes delirmiş.


Bu sefer bütün deliler birleşmiş içmeyen o akıllıya deli demeye başlamışlar işte o zaman o kişi o diyarı terk eylemiş.

Allah cümlemizi masivadan; rahmetiyle, hidayetiyle, inayetiyle muhafaza eylesin..

 


İYİKİ DOĞDUN




İYİKİ DOĞDUN


6 yaşındaki çocuk birgün babasına sorar; Çocuk; Baba 18 yaşıma girdiğimde bana ne hediye alacaksın?


Baba; Daha çok var evladım,der (çocuk 17 yaşındadır) ve hastaneye kaldırılır. Doktor çocuğun kalbinde sorun oldugunu söyler. Çocuk babasına sorar.
 
- Baba ben ölecekmiyim ?


Adam ağlamaya başlar cevap veremez . Çocuk iyileşip evine döndüğünde artık 18 yaşında gelmiştir.Eve geldiğinde yatağının üzerinde bir kağıt görür ve alıp okumaya başlar.

Kağıtta şunlar yazılıdır...


"Sevgili oğlum hatırlıyormusun , "Baba 18 yaşıma girdiğimde bana ne alacaksın?"diye sormuştun.

İşte hediyem bu sana, Artık Kalbim kalbinde atıyor. Sana Kalbimi verdim oğlum, iyiki doğdun ...


14 Aralık 2013 Cumartesi

ASLANLAR VE ÖKÜZLER


ASLANLAR VE ÖKÜZLER

Ormanın birinde Aslanlar toplanmış."yahu"demişler,"hesapta kralız, açlıktan öleceğiz birader. Maymuna saldırsak, ağaca kaçıyor; fillere saldırsak, fazla büyük... Ceylanlar hızlı, yetişemiyoruz; kuşa dalsak, uçuyor, eee balık yakalayacak halimiz de yok... Ne yapsak?"

Bir tanesi"En iyisi, öküzlere saldıralım"demiş,

"İri yarı görünüyorlar ama ne pençeleri var? ne dişleri diş?... Tam dişimize göre!"

Olur mu? Olur.

Hücum!

Ama evdeki hesap çarşıya uymamış;

Öküz,öyle yabana atılacak hayvan değilmiş meğer...

Organize oluyorlar, topluca savunma yapıyorlar, püskürtüyorlarmış.

Aslanlar aç biilaç.


Ne yapsak? Ne yapsak?

"Tilkiye danışalım"demişler.

Tilki"kolay"demiş,

"Beni, öküzlerin yaşadığı zengin otlakların prensi yapın, işinizi halledeyim..."

Kabul etmişler.

Tilki, elinde beyaz bayrakla öküzlere gitmiş,

"Saygıdeğer öküzler"demiş,

"Aslında aslanlar uysaldır, sizi de çok seviyorlar...

Ama; Şu aranızdaki sarı öküz var ya, sarı öküz, işte sorun o...

Görünce tahrik oluyorlar, canları çekiyor, verin şu sarı öküzü,

Kurtulun kardeşim, huzur içinde yaşayın!"

Öküz heyeti düşünmüş taşınmış,

"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın"Mantığıyla,

verivermişler sarı öküzü...

Aslanlar da afiyetle yemiş.

Bir gün, iki gün ....

Tilki gene gelmiş.

"Bakın gördüğünüz gibi, saldırılar kesildi, mutlu mutlu yaşıyorsunuz"demiş

Ve eklemiş:

"Ama şu var ya benekli öküz, benekli öküz,

O burada olduğu sürece size rahat yüzü yok arkadaş,

Canları çekiyor, verin, kurtulun!"

Öküz heyeti düşünmüş,

"Otlağın selameti için"

Teslim etmiş benekli öküzü...

Üç gün, dört gün...

Tilki gene gelmiş.

Kuyruğu uzun olanı...

Burnu beyaz olanı...

Tombul olanı...

Tek tek alıp, gitmiş.

Otlak seyrelmiş.

Semirmiş aslanlar.

Günlerden bir gün... Artık tilki gelmemiş!

Gerek kalmamış çünkü.

Doğrudan aslan gelmiş.

"Hanginizi istiyorsam,

Canım hanginizi çekiyorsa, onu vereceksiniz,

Adamı hasta etmeyin"demiş.

Otların arasında tir tir titreyen, tek tük kalmış öküzler,

"Keşke ilk başta sarı öküzü vermeseydik"demiş ama iş işten geçmiş.
----------------------------------------------------------------------------

İşte Öküzlük böyle bir şeydir...


Şimdi bakın çevrenize.Çevrenizde ses çıkartacak kimse kaldı mı?

Umarım sıra size gelmez!..



9 Aralık 2013 Pazartesi

ASR-I SAADETTE ZİNA ETMEK İSTEYEN GENÇ

 

ASR-I SAADETTE ZİNA ETMEK İSTEYEN GENÇ
 


Cüleybib adında bir genç.
 Simasından, hal ve tavırlarından bir derdi olduğu anlaşılıyor.

Cüleybib, Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) huzuruna çıkıyor ve “EY ALLAH’IN ELÇİSİ! ZİNA ETMEME İZİN VER!” diyor.

Sahabiler onu böyle bir ifadeden dolayı “Sus! Sus!” diye susturmaya çalışıyorlar.

Ama İki Cihan Güneşi, onu “Hele şöyle gel!” diye yanına çağırıyor.

Cüleybib, Efendimizin yanına gelip oturuyor. Peygamber Efendimiz onunla konuşmaya başlıyor:

“SÖYLE BAKALIM. BİR BAŞKASININ SENİN ANNENLE ZİNA ETMESİNE RAZI OLUR MUSUN?”

“Canım feda olsun, hayır, olmam.”

“Zaten hiç kimse annesiyle zina edilmesine razı olmaz. Peki kızınla zina edilmesini ister misin?”

“Uğrunda öleyim ya Resulallah! Hayır, istemem.”

“Öyleyse hiç kimse kızıyla zina edilmesini istemez. Bir başkasının kız kardeşinle zina etmesini ister misin?”

“Yoluna feda olayım, hayır, istemem.”

“Hiçbir kimse, kız kardeşiyle zina edilmesini istemez. Peki halanla zina edilmesi seni memnun eder mi?”

“Canım feda olsun, hayır, kesinlikle.”

“Halasıyla zina edilmesi hiç kimseyi memnun etmez. Peki birinin teyzenle zina etmesine razı olur musun?”

“Uğrunda öleyim, hayır buna da razı olmam.”

“Teyzesiyle zina edilmesine kimse razı olmaz.”

Evet, bu konuşma ile akıl mantık planında Allah Resulü, Cüleybib’in aklını ikna eder ve onu doyurur. Ardından da elini bu gencin göğsüne koyar ve şöyle dua eder:

“Allah’ım! Onun günahını bağışla, kalbini temizle ve namusunu muhafaza buyur.”

Cüleybib, bu duadan sonra iffet abidesi haline gelmiştir. Gelmiştir, ama daha önceki hayatı bilindiği için kimse ona kız vermemektedir. Allah Resulü, aklını ikna ettiği bu sahabinin daha sonra derdine de derman olur. Bir kız babasına elçi göndererek kızını ister ve o kızla Cüleybib’i evlendirir.

Daha sonraları vuku bulan bir muharebede Cüleybib şehit düşer. Muharebe sonunda Allah Resulü etrafındakilere sorar:

“Hiç eksiğiniz var mı?”

Sahabe-i Kiram, “Yok ya Resulallah, hepimiz tamamız!” derler.

Ama Allah Resulü, “Benim bir eksiğim var” der ve Cüleybib’in başucuna gelir. Başını dizine koyar ve şöyle buyurur:

“CÜLEYBİB BENDEN, BEN DE CÜLEYBİB’DENİM.”

Ve Cüleybib bu payeye kavuşarak ötelere uçar.

(bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/256-257)

Bu hadisenin bize verdiği mesaj nedir? Kendin için istemediğin bir şeyi başkası için de yapma! Zina yapmak isteyen insan bu düşünceyi hatırından hiç çıkarmamalı. Empati yapmalı.

Çünkü Efendimizin ifadesiyle zina yaptığı insan mutlaka birisinin ya ablası veya abisi, amcası veya yengesi, teyzesi veya dayısı olacaktır. O yüzden insan, bir başkasının kendi eş, çocuk ve akrabalarına aynı gözlerle bakmasından duyacağı rahatsızlığı devamlı surette hatırında tutmalıdır.
 

NOT: Aşağıdaki olay Peygamberimiz zamanında yaşanmış ve sahih kaynaklarla bizlere ulaşmıştır.


4 Aralık 2013 Çarşamba

II.BEYAZID VE GÜL BABA



II.BEYAZID VE GÜL BABA
 
Fatih Sultan Mehmed'in yerine geçen oğlu İkinci Bayezid avdan dönüyordu.


Bir an önce saraya varıp dinlenmeyi düşünürken atını durdurdu, ...

Havayı kokladı ve derin derin nefes alıp ferahladıktan sonra sordu:


- Bu güzel kokular da nereden gelir böyle?


Yanındaki vezirlerden biri cevap verdi:


- Devletlü Padişahım!
İstanbul kuşatmasına katılan gazilerimizden tabiat aşığı biri vardır ki, O'na Gül Baba derler.Ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyardır.
Şu yamaçları güllerle ve dahi türlü çiçeklerle donattı.
Bu hoş kokular O'nun bahçesinden gelmektedir.


Padişah, vezirin anlattıklarını tebessümle dinliyordu.
Sözlerini bitirince kararını bildirdi:


- Merhum babamın bu gazi askerini ziyaret etmek isterim!


Artık yorgunluklar unutulmuştu.
Gül Baba'nın kulübesine doğru yürüdüler.
Kulübeye doğru yaklaştıkça gül kokuları artıyor, insanın gözü - gönlü açılıyordu.
Değerli misafirlerin geldiğini gören Gül Baba koştu,onları kapıda karşıladı.



Padişah, daha atından inmeden sordu:


- Savaşta bastığı yeri sarsan,
Barışta oturduğu yeri gül bahçesine çeviren yiğit asker,
Selam sana!


Gül Baba mahçup olmuştu,güçlükle konuşabildi:


- Sizden böyle iltifatlar görmek bizim için ne büyük şereftir Sultanım,sağ olun!

Padişah:
- Sen ki,İstanbul'u fetheden ordunun bir neferi olarak şereflerin en büyüğünü almışsın Gül Baba.
O büyük şerefin yanında bizim sözlerimizin hükmü mü olur?


Gül Baba tebessümle başını öne eğerken Padişah atından indi ve Gül Baba'nın gösterdiği mindere bağdaş kurup oturdu ve o'nun kendi elleriyle pişirdiği kahveyi yudumlayıp

yorgunluğunu giderdi.


Sonra da şöyle bir teklifte bulundu:


- Dilersen seni saraya alayım.Artık çalışma da yaşlılık devrini dinlenerek geçir!


- Sağ olun Sultanım!
Burada oturmak benim için daha iyi.Amma bir iyilik yapmak istersen,şu kulübemin bulunduğu yere bir mektep - medrese yaptır ki,Memleketimizin çocukları ilim - irfan öğrensinler!


Gül Baba'nın sözleri Padişah'ı çok duygulandırmıştı.Yerinden kalkarken O'nu mutlu edecek cevabı verdi:


- Gönlün rahat olsun Gül Baba, dilediğin olacaktır!


Sonra bahçeyi gezdiler...
Padişah gülleri okşuyor, eğilip kokluyor ve yanındakilerle konuşuyordu.
Bu arada Gül Baba da özenle seçtiği gülleri koparıp demet yapıyordu.
Padişah ayrılırken O'na bir demet sarı, bir demet kırmızı gül verdi.
Padişah gülleri alıp kokladı, bağrına bastı ve atını sürüp gitti.


Kısa zaman sonra ise Gül Baba'nın kulübesi yıkıldı ve oraya büyük bir bina yapıldı.
Zaman içerisinde okul oldu, hastane oldu ama hep insanlığa hizmet etti.
1868 yılında "Mekteb-i Sultani" adıyla yeni bir kimliğe bürünen okul,Cumhuriyet döneminde de "Galatasaray Lisesi" adını aldı.


Gül Baba'nın Sultan İkinci Bayezid'e verdiği o güzel kokulu sarı ve kırmızı güller önce bu lisenin, sonra da Galatasaray Spor Kulübü'nün sembolü oldu.


Gül Baba'nın türbesi bugün de orada,Okulun bahçesindeki yeşillikler arasında duruyor ve ziyaretçilerinden Fatihalar bekliyor...
 
 
 


6 Ekim 2013 Pazar

Yaşlı kadın oldukça dini bütün bir insanmış..



Yaşlı kadın oldukça dini bütün bir insanmış..


Her sabah kapısının önüne çıkar ve bağıra bağıra dua edermiş:
“Allah’ım bize verdiklerin için sana şükürler olsun!”

Ve ardından her seferinde de yan komşusunun sesi duyulurmuş: “Allah yok kadıııın Allah yok!!!”(HAŞA)

Yaşlı teyze ne kadar sinirlense de yine her sabah dua edermiş, öteki komşu da inadından her seferinde ona öyle bağırırmış...

Neyse.. Bir akşam, komşusu yaşlı teyzeye bir oyun etmeye kalkmış.. Markete gidip bir sürü meyve sebze, ekmek vs. alıp torbalara doldurmus, yaşlı teyzenin kapısının önüne bırakmış…

Ertesi sabah teyze kapıyı açıp da yiyecekleri görünce çok şaşırmış ve sevinçle bağırmış:“Sana şükürler olsun Allah’ım, bu gönderdiğin yiyecekler için sana şükürler olsun!!!”

Ve ağacın arkasından onu seyreden komşusu seslenmiş: “Allah yok kadııın Allah yok!!! (HAŞA) O yiyecekleri ben aldııııııım!!!”

Yaşlı teyze hiç istifini bozmamış: “Yüce Allah’ım sana ne kadar şükretsem azdır!!!! Hem bu yiyecekleri göndermişsin, hem de parasını ŞEYTANA ödetmişsin!!!”
 



18 Temmuz 2013 Perşembe

ZİNCİRLE GELEN MİSAFİR






ZİNCİRLE GELEN MİSAFİR


İstanbul’un mânevî fâtihi, büyük âlim, üstad, hekim ve velî. Asıl ismi Muhammed bin Hamzâ, lakabı Akşeyh’tir. Evliyânın büyüklerinden Şihâbüddîn Sühreverdî’nin neslindendir. Soyu, hazret-i Ebû Bekr-i S...ıddîk’a ulaşır. Hacı Bayram-ı Velî’nin, ona; ‘Beyaz (ak) bir insan olan Zeyd’den, insan cinsinin karanlıklarını söküp atmakta güçlük çekmedin.” demesi sebebiyle, “Akşemseddîn” lakabı verilmiştir.

 

Akşemseddîn, babasının vefâtından sonra tahsîline devâm ederek, sarf, nahiv, mantık, meânî, belâgat ilm-i usûl-i fıkıh, akâid, hikmet okudu. Zekâ ve istîdâdının yardımıyla kısa sürede ilimleri ikmâl eyleyip tıp ilmini dahi tahsil ettikten sonra Osmancık medresesine müderris oldu. Burada günün belli saatlerinde ders verir artan zamanlarda nefsinin terbiyesi ile meşgûl olurdu. Devamlı takvâ üzere hakla birlikte bulunurdu. Yüksek ahlâk sâhibi idi. Ondaki bu hâlleri görenler ve bilenler kendisine zamânın büyük velîsi Hacı Bayram hazretlerine gitmesini tavsiye ettiler.

 

Bu tavsiyelere uyan ve tasavvuf yolunda yükselmek isteyen Akşemseddîn hazretleri müderrislik görevini bırakarak, Ankara’ya geldi. Rastladığı bir kimseye Hacı Bayram-ı Velî’yi nerede bulabileceğini sordu. O da karşı sokakta yanında iki talebesiyle gezen bir zâtı göstererek;
“İşte şu gördüğün, dükkan dükkan gezerek para toplayan kişi Hacı Bayram’dır.” dedi. Akşemseddîn hazretlerinin yüzü buruştu kalbi sıkıntıyla doldu. Demek meşhur velî Hacı Bayram dükkan dükkan para topluyor, buralara kadar kendimi boşuna yormuşum diyerek oradan uzaklaştı ve meşhur velî Şeyh Zeynüddîn-i Hâfî hazretlerine talebe olmak gâyesiyle Haleb’e doğru yola çıktı. Günlerce yol alan Akşemseddîn Haleb’e bir konak mesâfeye geldiğinde bir hana indi.
Sabah, elleri yüzünde korku, şaşkınlık ve dehşet içerisinde uyandı. Hâlâ gördüğü rüyânın etkisi altındaydı. Sabah namazını edâ eden Akşemseddîn izi üzerine, Haleb yerine tekrar geri Ankara istikâmetine döndü. Oysa Haleb’e bir saat kalmıştı. Onu geri döndüren, Akşemseddîn hazretleri ile ilgili bir rüyâ idi ve hep bu düşün tesiri ile yürüyordu.

 

Rüyâsında boynuna takılan bir zincir Hacı Bayram’ın elindeydi. Akşemseddîn, Haleb’e gitmek istedikçe Hacı Bayram zinciri çekiyordu. Tam boğulmak üzere iken uyanmıştı. Rüyâ tâbiri gerektirmeyecek kadar açıktı. Akşemseddîn hızla Hacı Bayram’a gelirken; “Ne yaptım ben” diyerek kendi kendine söyleniyordu. Ankara’ya gelip, Hacı Bayram-ı Velî’nin dergâhına ulaşınca, onun talebeleriyle tarlada çalıştığını öğrendi. Hemen oraya koştu, fakat Hâcı Bayram hiç iltifat etmedi. Akşemseddîn, diğer talebeler gibi tarlada çalıştı. Yemek vakti gelince, Akşemseddîn’in yüzüne bakmadı. Hacı Bayram, hazırlanan yemeği talebelerine taksim etti, artığını da köpeklerin çanağına döktürdü. Akşemseddîn, bir onlara bir de kendine bakarak, nefsine; “Sen buna lâyıksın!” diyerek, köpeklerin önüne konan yemekten yemeye başladı. Hacı Bayram-ı Velî, onun bu tevâzusuna dayanamayarak;
“Köse, kalbimize girdin, gel yanıma!” diyerek gönlünü alıp sofrasına oturttu. Sonra; “Zincirle zorla gelen misâfiri böyle ağırlarlar.” dedi. Akşemseddîn buna çok sevindi ve kendini onun irfan meclisine verdi.

 

Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Akşemseddîn’i diğer talebelerinden daha zor imtihanlara tâbi tuttu. Nefsini terbiye ve ıslah etmekte büyük sıkıntılar çektirdi. Bir defâsında yedi günde bir kaşık sirkeden başka bir şey yedirmedi. Ancak Akşemseddîn bütün bunlardan memnun ve hattâ kendisi daha fazlasına tâlipti. Nitekim nefsinin istediği şeyleri yapmamakta şeyhinin kendisine buyurduğu tâlim ve terbiyedeki şiddet derecesini kendi isteğiyle artırdığı zaman Hacı Bayram hazretleri ona:
“Yâ Köse nice riyâzet eylersin, nefsin isteklerinden sakınırsın, âkıbet nûr olursun. Vefât ettikten sonra seni kabrinde bulamazlar!” dedi.

 

Böylece Akşemseddîn hazretleri kısa zamanda tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi ve Hacı Bayram hazretlerinden icâzetini, diplomasını aldı. Onun kısa sürede icâzet alması bâzılarına zor geldi. Hacı Bayram-ı Velî’ye; “Diğer dervişlere kırk yıldır hilâfet vermedin, az müddet içinde Akşeyh’e hilâfet verdin. Hikmeti nedir?” diye sordular. Hacı Bayram-ı Velî de; “Bu zeyrek, uyanık ve akıllı bir kösedir. Her ne görüp duydu ise hemen inandı. Sonra hikmetini yine kendisi anladı. Fakat yanımda kırk yıldan beri hizmet eden bu talebeler, hemen gördüklerinin ve duyduklarının aslını ve hikmetini sorarlar. Ona hilâfet verilişinin sebebi budur.” cevâbını verdi.



30 Ocak 2013 Çarşamba

AKREP İLE KURBAĞANIN DOSTLUĞU




AKREP İLE KURBAĞA'NIN DOSTLUĞU


Akrep nehrin kenarında durmuş karşı kıyıya bakmaktadır.

Geçmek istemekte ama suyu geçmek için yaratılmamıştır, korkar.

Dostu olan kurbağaya seslenir:

"Kurbağa kardeş, seninle dostuz biz,dostluğumuz hatırına beni karşı kıyıya geçirir misin?


Kurbağa kendinden emin bir şekilde:

"Yapamam akrep kardeş, evet seninle biz dostuz.Ama uzak durmalıyım senden.
Sen bir akrepsin ve zalim bir iğnen var, çekinirim senden"


Akrep, kurbağanın endişesini anlar, ama vazgeçmemiştir.

Bak kurbağa kardeş;"Şimdi sen beni sırtına alıp karşıya geçirirken seni sokabilir miyim hiç?

Bunu ancak bir aptal yapar.Ben yüzme bilmem ki, seni sokarsam ben de boğulur ölürüm"



Mantıklı gelmiştir kurbağaya. Hem eski dosttular, neden soksun ki? Kabul eder.

Akrep yaklaşır ve kurbağanın sırtına biner. Suyu geçmeye başlamışlardır yavaş yavaş.

Derken, tam da suyun ortasında, kurbağa sırtında bir yanma hisseder. Akrep sokmuştur. Acı içerisinde başını çevirir:

"Neden? Neden yaptın bunu, bak şimdi sen de boğulup öleceksin"


Akrep üzgün ve pişman bir şekilde şöyle der:

"Elimde değil. İŞTE BENİM TABİATIM BU"




Bir başka yaklaşım



Hintli bir Adam suda Bata çıka ilerlemeye çalışan bir akrep görür. Onu kurtarmaya karar verir ve parmağını uzatır

AMA akrep onu sokar.

Hintli tekrar akrebi Sudan kurtarmaya çalışır

AMA akrep onu tekrar sokar.



Yakınlardaki başka birisi ona, onu sürekli sokmaya çalışan akrebi kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmesini söyler.


Ama Hintli Adam şöyle der: "Sokmak akrebin doğasında vardır. Benim doğamda ise sevmek var. Neden sokmak akrebin doğasında var diye kendi doğamda olan sevmekten vazgeçeyim?"


Sevmekten vazgeçmeyin. iyiliğinizden vazgeçmeyin.

Etrafınızdaki insanlar sizi soksalar da ....

Çünkü bu insanlığın gereğidir.



3 Ocak 2013 Perşembe

BU ÇEŞMEDEN MÜSLÜMANA SU İÇMEK HARAM..!!!




BU ÇEŞMEDEN MÜSLÜMANA SU İÇMEK HARAM..!!!





Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı”, bugünkü adı Arap …Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş:



... “Her kula helâl, Müslüman’a haram!..”



Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…



Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzûra getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dîni İslâm, ahâlisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla!.. Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?..” diye çıkışmışlar adama. Adam:



- “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…”dedikçe kadı kızmış:



- “Ne delili, ne ispatı?.. Sen fitne çıkardın, Müslüman ahâlinin huzurunu kaçırdın, katlin vâciptir!” demiş. Demiş ama, bir yandan da merak edermiş:



- “Nedir gerekçen?..” diye sormuş. Adam:



- “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş… Padişah da sinirlenmiş ama, diğer yandan o da meraklanırmış:



- “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın,hem de her kula helâl,Müslüman’a haram yazarsın?..” Adam, başı önünde konuşur:



- “Delilim vardır, lâkin ispat ister.”



- “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?..”



- “O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultânım…”



- “Eeee?!..”-



“Sultânım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…” Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Mûsevîler, “ne oluyor, bu ne zulüm?.. Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş… Bir hafta dolunca, adam:



- “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler



- “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine… Sultan:



- “Bitti mi?..” demiş adama.



- “Sultânım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.



- “Şimdi nedir isteğin?..”



- “Efendim, pâyitahtımız Bursa’nın en sevilen, âlimini alınız minberinden…” Adamın dediğini yapmışlar, Ulucâmi imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler…Ve . Bir ALLAH’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz?.. Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok!.Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca âlim için:



- “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”



- “Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!..”



- “Vah vaah!.. Acırım arkasında kıldığım namazlara…”



- “Sorma, sorma…”



Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:



- “Eee, ne olacak şimdi?.. Adam:



- “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.” “Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:



- “Ey büyük Sultânım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?..”



Sultan acı acı tebessüm etmiş:



- “Hava bile haram, hava bile!..” demiş…


ATEİSTE MUHTEŞEM CEVAP..




ATEİSTE MUHTEŞEM CEVAP..





İmam-ı Azam Ebu Hanefi'nin köyüne bir dinsiz gelir.

Meydana çıkar köylüye sorar:

Şu ağacı görüyormusunuz?

Köylü :

... - Evet

Şu evi görüyormusunuz?

-Evet

Şu dağı görüyormusunuz?

-Evet

Peki Allah'ı görüyormusunuz?

Cahil köylüde ses yok...

Dinsiz :

-Yok ki göresiniz der.



Köylüden bazıları henüz 12 yaşında olan İmam-ı Azam Ebu Hanefi'ye haber verirler.

Mübarek gelir. Dinsiz ona da aynı şeyleri söyler.

Hazret bunun üzerine köylüye sorar:

Bu adamın başındaki serpuşu görüyormusunuz?

Köylü:

-Evet

Ayakkabısını görüyormusunuz?

-Evet

Peki aklını görüyor musunuz?

köylü:

-Hayır!!!

İşte muhteşem zeka ve cevap:


-YOK Kİ GÖRESİNİZ..



MÜŞTERİNİN İBRETLİK CEVABI!!



MÜŞTERİNİN İBRETLİK CEVABI!!



Adamın biri her zaman yaptığı gibi saç ve sakal traşı olmak için berbere gitti.


Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbete başladılar.

Değişik konular üzerinde konuştular. Birden Allah ile ilgili konu açıldı…...



Berber: ” Bak adamım, ben senin söylediğin gibi Allah’ın varlığına inanmıyorum.”



Adam: ” Peki neden böyle diyorsun?”



Berber: ”Lütfen bana söyler misin, eğer Allah var olsaydı, bu kadar çok sorunlu, sıkıntılı, hasta insan olur muydu,

terkedilmiş çocuklar olur muydu? Allah olsaydı, kimseye acı çektirmez, birbirini üzmezdi.”



Adam bir an durdu ve düşündü, ama gereksiz bir tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi.

Berber işini bitirdikten sonra adam dışarıya çıktı.

Tam o anda caddede uzun saçlı ve sakallı bir adam gördü.

Adam bu kadar dağınık göründüğüne göre belli ki traş olmayalı uzun süre geçmişti.

Adam berberin dükkanına geri döndü.



Adam: ” Biliyor musun ne var, bence berber diye birşey yok”



Berber: ” Bu nasıl olabilir ki? Ben buradayım ve bir berberim.”



Adam: ” Hayır, yok. çünkü olsaydı, caddede yürüyen uzun saçlı ve sakallı adamlar olmazdı.”



Berber: ” Hımmm… Berber diye birşey var ama o insanlar bana gelmiyorsa, ben ne yapabilirim ki?”



Adam: ” Kesinlikle doğru! Püf noktası da bu! Allah var, ve insanlar ona gitmiyorsa,bu gitmeyenlerin tercihi.

İşte dünyada bu kadar çok acı ve keder olmasının nedeni!”